12 Kasım 2011

The Mayan Factor - 44 (2005)

The Mayan Factor ile tanışmam baya geç oldu. Kendilerini Last FM’den tanıma şerefine eriştim hatta ve hatta yanlış hatırlamıyorsam “Warflower” ile oldu bu tanışma. Neyse sonuç olarak tanıdım mı? Evet tanıdım. İyi ki tanımış mıyım? Kesinlikle evet.Peki ya sonra grubun bir üyesinin (vokal) vefatını öğrenmem? Üzücü. Ne diyelim toprağı bol olsun.Bahsedeceğim albüm de bu grubun 2005 yılında çıkarmış olduğu ilk albüm olma özelliğini taşıyor.
Albüm 11 şarkıdan oluşuyor:
1. To Kill A Priest(5:45)
2. Terrorist (4:40)
3. Propaganda (3:45)
4. Hopi Elders (6:25)
5. Ventrilaquist (3:57)
6. Gosia (4:28)
7. Yesterday’s Son (1:28)
8. Bondage (6:00)
9. A Red Gone Blue (4:08)
10. Jack Nicholson (4:02)
11. Recon (5:40)

Albümde en çok dikkati çeken şarkı “Hopi Elders” oldu. Aslında böyle yazınca sanki diğer şarkılara da haksızlık etmiş gibi oluyorum. Olsun ama napalım. Böyle melodik, indie, alternatif kıvamda bir albüm bu. Seattle soundu falan. Güzel işler bunlar. Dinlemek, dinletmek lazım.

17 Eylül 2011

Ayşe teyzeyi çağırın


"Keşke evlerde hiç temizlik günleri olmasaydı. Keşke hiç temizlik yapmak durumunda kalmasaydık. Keşke güzelim cumartesi sabahları temizlik ile heba olmasaydı."

Evet maalesef ki, bu cümle aslında hepimize ait. Bizim göremediğimiz, tozları gören, bizim göremediğimiz bakterilerin varlığından haberdar annelerimiz, anneannelerimiz yüzünden söyledik biz bu cümleyi. Kimi zaman evde temizlik var diye dışarı kaçtık, kimi zaman temizliğe yakalandık. Elbet bize de bir sorumluluk düştü bu temizlik cumartesisinde. Şu an yaşadığım da bizzat budur.

Dağılın.

11 Eylül 2011

"karaşövalyeler 2011" şu an çevrimiçi

Yazın artık bittiği şu günlerde, yavaş yavaş spor sezonu açılmaya başladı. Özellikle yaklaşık 1,5 haftadır süregelen 2011 Avrupa Erkekler Basketbol Şampiyonası ve sanıyorum ki bu hafta başlayan 2011 Avrupa Erkekler Voleybol Şampiyonası milliyetçilik duygularımızı kabartmakta. Görsel medyanın - özellikle NTVSPOR - bu konudaki katkıları ise yadsınamaz cinsten. Hazırladıkları reklam filmleri olsun, spor haberleri ve yorumları olsun gerçekten harikulade. 

Bu noktada sporcularımızı daha da bir yüceltmek için onlara değişik lakaplar takma yarışı içerisindeyiz. Bu güne kadar "12 Dev Adam" ve "Filenin Sultanları"'na alışıktı kulaklar. Bugün itibariyle voleybolcular için de "Filenin Efeleri" tamlamasını işittik.

Allah'ını seven söylesin. Bunlar nedir abi? Ergen liseli rumuzları gibi. Oldu olacak "karanlıkşövalyeler2011" falan olsaydı.

6 Eylül 2011

Kürek çekmek mühimdir

Sandalla deniz gezintisine illa ki çıkmıştır herkes arkadaş grubuyla. Deniz sularında yavaş yavaş, aheste aheste seyretmek her zaman için ayrı bir keyiftir. Kıyının gitgide gözden ırak hale gelmesi vesaire... Çarşaf gibi suyun üstünde huzur dolu bir zaman... 

Yola daha yeni çıkmışken, her zaman için kürek çekmeye aday biri bulunur. Başlar kürek çekmeye. Takriben bir 15-20 dk. sonra ise bu zatta yorgunluk belirtileri su yüzüne çıkar. Kürek çekmek istemeyen bir kişinin korku dolu anları işte bu anlardır. Zira yorulan insan bıraktıktan sonra başka insanlar tek tek kürek çekmeye başlayacaklardır ve onlar yorulduklarında da başkaları... Sıra elbet size gelecektir. "Abi ben kürek çekmek istemiyorum." derseniz karizmanız dibe vurur, hele hele sandalda kız arkadaşınız falan da varsa bunu söylemek demek intahar etmek demektir.

Demek ki neymiş? Kürek çekmeyi kendinize zorla sevdirmek durumundasınız. Nokta. Dağılın.

2 Eylül 2011

Küsler ve dargınlar birbirini nah ağırlar!

Ramazan Bayramı geldi geçti. Küsler ve dargınlar barışmadı, üstüne üstlük daha fazla küslük ve dargınlık peydah oldu. Sorarım size hangi hanede, "X bize gelmedi geçen bayram, biz onlara neden gidelim?!" veyahut "Onlar bizden yaşça küçük önce onlar bizi ziyaret etsin." şeklinde tümceler geçmedi?

Kendimizi kandırmayalım. Bugüne kadar daha bayramlarda barışan küs veya dargına rast gelmedim.

29 Ağustos 2011

Beğenen var beğenmeyen var

Facebook'ta bulunan "beğen" butonu benim için oldukça antipatik. "Beğenemedim" bir türlü. Listemde ekli olan bilmem kaç kişi bu butonu o kadar aktif kullanıyorlar ki inanın şaşarsınız. Mesela arkadaşın biri Farmville uygulamasında bir bok yapmış, ne bilim mısır mı elma mı ne dikmiş, bunu da duvarında paylaşmış. Bir kişi de gitmiş bunu beğenmiş. (Based on a true story) Neyi beğendin ki sen? Mısır dikmiş lan adam. Mısır la mısır işte bildiğin mısır?

Geçenlerde, - gerçek hayatta - arkadaşlarla muhabbet ediyoruz. Biri bir şey söyledi. Öteki ise hiç beklenmedik bir biçimde kendi ismini söyleyerek "x bunu beğendi" dedi, aynı anda Facebook'taki el işaretini de yaparak. "La nolii ki?" dememe kalmadan herkes kahkahayı bastı. 

Ama Bono bu sefer gülmedi.

25 Ağustos 2011

Düşünüyoruz o halde yokuz!

Düşün düşün boktur işin diye boşuna dememişler. Yabancı ülkelerde durum nedir bilmiyorum; ama net olarak bildiğim bir şey var ki o da bu söz benim ülkem için son derece doğru. Aslında düşünmüyoruz biz. Zira bizde düşünmek sorun çözmek adına yapılmıyor. 

Bizim düşünmekten anladığımız, ilerisini göremediğimiz durumlar için her zaman olabilecek en kötü senaryoyu yazmak, sonra da senaryoya inanmak ya da günlerden pazar iken pazartesiyi hayal etmek. "Pazartesi Sendromu"nun temel sebebi de bu aslında. 

Saçmayız biz. 




Azrail kimdi aslında?

Bu yazı bugüne kadar Azrail'i bizlere bir melek olarak tanıtıp, daha sonra tasvirini şeytana yakın yapan tüm dostlara itafen yazılmıştır.

Bugüne kadar gerek görsel medya olsun, gerek atalarımızdan dinlediğimiz hikayeler olsun hiçbiri Azrail'i bir melek gibi betimlememiştir.  Karşımıza çıkan biçim, siyah cüppeye sahip, elinde tırpan bulunan ürkütücü bir varlıktan öteye gidememiş, içinde bulundurduğu "melek" kavramını gün geçtikçe yitirmiştir. Anlayacağınız Azrail aslında sözde "melektir". Değerli dostlarım burda karşımıza çıkan yaman bir çelişki değildir de nedir? Sorarım sizlere.

Burda dikkatinizi Klasik Türk sinemasına çekmek istiyorum. Evine haciz gelen bir Türk ailesi düşününüz. Aile yıkık durumda, madden ve manen hüsran durumu vâkıf.  Şimdi gözlerinizi az da icra memuruna  çevirin. Böyle ak saçlı, temiz yüzlü, sakal traşı olmuş bir memur kendisi. Ailenin durumu mevzu bahis olduğunda içi kan ağlıyor; ancak bu noktada silkeleniyor ve görevde olduğunu hatırlıyor. İçi kan ağlasada haciz işlemini gerçekleştiriyor.

İşte bence Azrail de böyle. Temiz yüzlü, ak saçlı, memur kılıklı bir melek. Şöyle elinde defteri falan var. Her can almaya gittiğinde içi kan ağlıyor; ama genede o görevini yapıyor. Bence gelenekselleşmiş Azrail tanımınından çok daha iyi bir izdüşüm bu. Zira hem melek görseline uyumlu - ak saçlı, temiz yüzlü - hem de Azrail ürkütücülüğüne sahip.